Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Patates Kızartmaları ve Mutluluk

   Merhaba. Size kısa bir yazıda son zamanlarda yaşadığım ve beni mutlu eden bazı şeyleri anlatmak istiyorum. Bu yazı uzaktan bakınca size belki biraz şükürcü gelebilir ama kesinlikle öyle değil. Sadece birkaç yaşanan durum ve bu durumlar karşısında hissettiklerimi paylaşmak istiyorum.     Hani söylenegelen bir şey, bir soru var ya; mutluluk nedir? Ne olsa sizi mutlu ederdi? Hiç düşünüyor musunuz bunu? Bilmiyorum. Ben de çok fazla düşünmüyorum aslında. Yalnızca mutlu olduğumda hatırlıyorum bunu. Peki nasıl mutlu olduğumu öğrenmek ister misiniz?    Belki size anlamsız gelecek bunlar. Ama lütfen sadece bir an olsun beni anlamaya çalışın. Ben patates kızartmasını çok severim biliyor musunuz. Ama öyle gelişi güzel kızartmalardan bahsetmiyorum. Böyle şekli güzel olan, güzel kızarmış ve en önemlisi de sıcak olmalı. Sıcak olmayınca sevmiyorum. Belki siz de böylesinizdir. Peki toplu bir yaşam alanında yaşıyorsanız neler olur? Yemekler pek güzel olmaz genelde. Patatesler soğuktur, birbirine yap
En son yayınlar

Tanrı Zar Atıyor

 Şu çok ünlü söz. Hani Einstein’a ait olan. Hepimiz illa bir yerde duymuşuzdur. Sözün aslı “onun zar atmayacağına tamamen ikna oldum” gibi bir şey ama bahsedilen tanrı olduğu için ve daha retorik olduğu için “Tanrı zar atmaz” haline gelen söz. Peki bu söz ne kadar doğru? 2022 yılına dek bu aslında pek bilinmiyordu. Ancak 2022 Nobel ödülleri her şeyi değiştirdi. Gelin anlatayım.    Öncelikle bu sözü bir keresinde lisede din kültürü öğretmenimden duyduğumu hatırlıyorum. Kendim ateist olduğum için derste gözüme çarpan mantıksız ve saçma konularda (kendimce) öğretmene sorular sorardım bazen de sadece mizah yapardım. Öğretmen de böyle zamanlarda bana saçma sapan cevaplar verirdi misal bir filozof 21. Yüzyılda dinlerin, gelişen bilim sayesinde ortadan kalkacağını söylemiş ama din ortadan kalkmamışmış. Bu arada bir filozof gerçekten böyle bir söz söylüyor ama bulamadım kendisini. Şimdi adamın söylediği saçmalığa bakar mısınız: 2016 yılındayız daha. Yani 21. Yüzyıl sadece 2000-2001 yılı arasın

Biz; Biz Olduğumuzu Nereden Biliyoruz?

    Sabah uyandığınızda gözlerinizi açtığınız bedenin size ait olduğunu nereden biliyorsunuz? Buna nasıl emin olabilirsiniz? Yoksa kafanızdan geçen düşünceler şunlar mı: Bunları fazla düşünme yoksa çıldırırsın. Evet çıldırmamak elde değil gibi duruyor biliyorum. Önceden okuduğum bir bilimkurgu kitabı da bir bölümünde bu noktayı irdeliyordu. Beynimi yakmıştı ve varlığımdan şüphe ettirmişti bana. O günden beri hep aklımda olan ve başkalarıyla da tartışmak istediğim bir konuydu bu. Aslında bu yazı başlığını da uzun zaman önce atmıştım lakin yazacak vakit olmadı pek.           Peki size o zaman biraz o kitaptan bahsetmek istiyorum. En azından söz ettiğim bölümü anlatayım biraz. Öncelikle kitabın geçtiği evreni size tasvir etmem gerek. Bu evrende yapay zekaya sahip robotlar her yerdeler. Aslında yasaklar ve büyük bölümü de avlanmış halde. Yine de bir şekilde hayatta kalmayı başarmış ve aramızda dolaşan birebir insan görünümlü robotlar var ve öyle bir durumdayızki bu robotlardan bazıları ken

Neden Uzun Yaşayalım?

    Geçen gün yine denizdeyim. Hava kararmaya başladı fakat henüz zifiri karanlık olmadı diyebiliriz. Hava da hafiften kapalı, yağmur yağdı yağacak. Sol tarafımda 4 kişilik bir arkadaş grubu kendi dünyalarında, kendi muhabbetlerini yapıyorlar. O an ufukta çakan şimşekler ve bir anda mosmor bir şekilde parlayan gök yüzü küçültüyor göz bebeklerimi.    Yıldırımların size ne kadar uzak olduğunu anlamanın bir formülü vardır bilir misiniz? Durun anlatayım. Ses bir enerjidir. Ve ses enerjisi havada belli bir hızda yayılır. Bildiğiniz gibi ışık da bir enerjidir ve o da belirli bir hızda yayılır. Tabi ışık hızı aşırı derecede yüksektir. Bu yüzden hatta ışık hızında gibi deyimlerimiz vardır. Çocukken annemin bana öğrettiği en büyüleyici şeylerden birisi de ışığın sesten çok daha hızlı haraket ettiği bu sayede yıldırım/şimşeklerin önce görüntüsünü gördüğümüz sesini ise sonra duyduğumuzdu. Bu fenomeni hepimiz biliriz değil mi? İşte burdan yola çıkarak yıldırımların bize ne kadar uzakta olduğunu bi

Unutmak İstiyorum

    Keşke bir tuş olsa. Rengi önemli değil; size hangisi hoş geliyorsa o olabilir. Kırmızı mesela. Genelde filmlerde tuşlar kırmızı renkli oluyor. Gerçi gerçekte de kırmızı renkli oluyorlar. Neyse işte. Bir tuş olsun demiştik ama bu tuş gerçekte değil zihnimizde olsun? Evet evet zihnimizde. Böyle gidip elinizle ulaşabileceğiniz bir noktada değil. Bu bir şans olsa, o tuşa uzanıp bastığınızda bazı durumlar gerçek olsa yapar mıydınız?     Tabi olabilecek durumlar tamamen gerçekçi, mesela o tuşa bastığınızda geçmişe gidemiyorsunuz, yalnızca ileriye dönük olaylar olabiliyor. Mesela hafızanızdan bazı olayları silme şansı veriliyor size. Kötü, veya gereksiz, ya lanet olsun keşke yaşanmasaydı dediğimiz türden olaylar, unutmak istiyorum dediğimiz olaylar? Ne dersiniz? Keşke olsa ama olmayacak.   Yaşım ilerledikçe keşke unutsam dediğim olayların sayısı artıyor. Sizin de artacak. illa kötü yönde değil. İyi yönde de. Keşke okuduğum veya izlediğim bir filmi unutsam da tekrar izlesem ve aynı duygula

Eski Olması Bir Filmi İzlenmez Kılar mı?

    Geçenlerde bir arkadaşıma bir film önerdim. Muhtemelen izlemişsinizdir. Filmin adı Forrest Gump. Ben normalde bu filmi 1998 yapımı sanıyordum. Meğersem film 1994 yapımıymış. Her neyse arada sadece 4 yılcık var ne olacak diyebilirsiniz ve haklısınız size katılıyorum. Sonuçta ikiside eski filmler.    Peki önerimin sonrasında ne oldu? Filmin yapım yılını gördü ve 1994 mü sg dedi bana. Ben de sen filmden ne anlarsın kültürsüz yaratık gibi bir söz söyledim ona. Elbette arkadaşımın böyle bir tepki vermesini anlıyorum aşırı derecede haksız sayılmaz. Çünkü bir noktada ben de eski filmlere böyle ön yargılıydım, sonra bir noktada kırdım bu ön yargıyı.     Starwars sever misiniz? Hiç duydunuz veya izlediniz mi? Starwars güzeldir. Tavsiye ederim. Yüzüklerin efendisi gibi iyi ve kötünün mücadelesini işleyen etkili bir şekilde izleyen nadir filmlerdendir diyebilirim. Ben de çoğu insan gibi eski filmlere karşı ön yargılıyken (elbette 99 yapımı- 98 yapımı filmleri izlemişliğim vardı) bir gün evde

Dostoyevski — Ezilenler

    Dostoyevski kitaplarını sever misiniz? Bunu eğer günün birinde kitaplarını okursanız öğrenebilirsiniz. Ben de size kısaca Dostoyevski kitaplarıyla tanışmamı sonrasında da Ezilenler kitabını sürpriz bozmadan, kitap hakkında heyecan kaçırıcı bilgiler vermeden anlatmak istiyorum.    Yıl 2017 o sıralarda lisedeydim ve isteksiz bir biçimde edebiyat dersinde bulunuyordum. Sınavda Suç ve Ceza kitabından soru olacağını ve bize okumamızı söylemişlerdi. Tabi benim bunlar umrumda değildi o sıralar ergenliğimin zirve noktalarını yaşıyordum ve pek sağlıklı bir zihin yapısına sahip olduğum söylenemez. Yine de bir şekilde evde bu durumu eleştirirken sanırım annem sınavda kitaptan soru çıkacağını öğrenmiş oldu. Bir arkadaşının çocuğunda bu kitap varmış sanırım ve kitap bir şekilde bana ulaşmıştı. Tabi ben hala Dostoyevski ne ya? klasik nedir abi? Bize niçin zorla böyle şeyler okutuyorlar kafasındaydım. Ha şuna da değinmem gerek normalde kitap okumayı seven, yılda bir iki tane de olsa kitap okuyan

Madde Laneti

 Birazdan size benim de yeni öğrendiğim deli bir olaydan bahsedeceğim. Ama kelimenin tam anlamıyla deli bir mevzu bu. Tabi başlamadan ne olur ne olmaz diye belirtmek istiyorum. Bu yazıyı uyuşturucu ve türevi şeylerin ne kadar lanetli olduğunu ve toplumun, ülkenin, ülkelerin neden bu tarz şeylerden önemle korunması gerektiğini anlatmak üzere kaleme alınmıştır.    Başlayalım öyleyse. Öncelikle beni bu konuda en çok etkileyen bir istatistiği sizinle paylaşmak istiyorum. Biliyorsunuz biz terör sorunuyla uzun yıllardır uğraşan bir ülkeyiz. Bunun bize nelere mâl olduğu aslında hiçbir sayı ve maddi bir ölçü birimiyle anlatılamaz bence. Çünkü giden binlerce can var. Yaklaşık Kırk yıldır terörle yapılan mücadelenin sonucunda yitirilmiş canların sayısı yaklaşık kırk beş bin kişi. Evet yanlış okumadınız 45.000 canı lanet olası terör yüzünden yitirdik. Ne acı verici bir şey. Öğretmenler, çocuklar, askerler, köylüler, siviller, hiçbir suçu ve günahı olmayanlar. Nice insan. Evet çok büyük kayıp. Son

Bir ADAMIN hikayesi

    Çoğumuz kendimizi şansız, bahtsız sayarız çok kerelerde. Ben de bazen böyle diyorum. Ama bir yandan da bakınca aslında ne kadar şanslı olduğumu fark ediyorum. Gerçekten şu da olsa bu da olsa dediğim şeyler var; insanız sonuçta. Ama şunu da biliyorumki istediğim şeylere sahip olsaydım yine de başka şeyler isteyecektim. Elbette bu hiçbir şey istememeliyiz anlamına gelmemeli. Sadece mütevazi ve minimalist bir yaşamın bir noktada gerekli olduğu fikri zira başka türlü huzur bulabileceğime inanmıyorum. Neyse bugün konu ben değilim. Bu gün size fedakarlık, tevazu ve başarıyla dolu bir hayatın öyküsünü anlatmak istiyorum. Elbette bazı detayları atlayacağım çünkü benim de eksik olduğum noktalar var. Ama yine de imrendiren, motive eden, ışık aşılayan bu hikayeyi sizin de duymanızı istiyorum. Çünkü yaşlı da olsa o sıfat, hala genç ve dinamik, ne çok acı, ölüm ıstırap gördü o gözler ama hala ışıl ışıl parıldıyor. Keşke siz de görebilseydiniz.    Hikayemizin kahramanın ismini fazla bilmeye gere

Her Şeyim Kapanıyor

    Ne fark ettim biliyor musunuz? Hayata dair, insanlara dair, etraftaki herhangi bir şeye dair çok kesin yargılarla konuşuyorum. Kendi sınırlı çevremden edindiğim sınırlı tecrübelerden yola çıkıyorum ve mutlak doğrulara ulaştığım gibisinden bir yanılgıya kapılıyorum. Aslında soracak olursanız kendi kendime evet bu konuda kesin doğru budur demiyorum ama yine de hayatımı ve düşünce biçimimi ve akışımı bu şekilde kanalize ediyorum. Tabi bu yazacağım yazının ana konusu değil sadece size içimden geçen bir düşünceyi aktarıyorum. Bu yüzden sanırım sosyolojik konularda en iyisi sallayıp geçmek. Çünkü artık bana anlamsız geliyor. Bir insan olarak biz neyiz? Hiçbir şey. Yapmamız gereken en mantıklı haraketlerden birisi ya kendimizin yapacağı ya da başka insanların yaptığı geniş kitlelere ulaşmış araştırma ve istatistik sonuçlarını elde etmek incelemek, yorumlamak olabilir. Veya bir düşüncemiz varsa ve istatistik bunu destekler niyelikteyse o istatistikleri düşüncelerimizi destekleyici şekilde

Ölüp Gideceğiz

   Geçen günlerde yine yoğun ve yorucu bir günün sonunda odama doğru yürüyordum. (Her zaman olduğu gibi) Stressli ve yorgun olduğunuz zaman aklınıza daha çok ve daha daha karanlık düşünceler geliyor sanırım. Benim de o sırada Aklımdan tam da şu düşünceler geçiyordu: Belki de Bir yerlerde oldukça saçma bir şekilde öleceğiz. Peki çektiğimiz bunca çile, bunca eziyet, bunca üzüntü, değer mi bunlara?   Sadece gideceğiz burdan. Tıpkı Hafif bir çarşafın sabah soğukluğunda üzerinizden (pürüzsüzce) kayıp yere düşmesi gibi sessizce kayıp gideceğiz bu diyarlardan. Son gördüğümüz şey gökyüzü olacak, eğer tek tük bulutlarla süslenmişse sevineceğiz çünkü lanet olası bulutları görmeyi bile özleyeceğiz. Bir insan hayatının bedeli kaç lira şu an biliyor musunuz? Sadece 5₺. Evet yanlış duymadınız. Sadece 5 liracık. Belki de şimdi yere düşürseniz almaya dahi tenezzül etmeyeceğiniz 5 lira; bir kör kurşunun fiyatı işte. Eskiden daha da ucuzdu. Gencecik yaşında, hayatının baharında aramızdan kopup(koparılıp

Okumama Hakkına Sahipsiniz (2)

   Kıdemli Çavuş Murat Kösle ters bir adam değildi. Herkesle arasının iyi olduğu söylenemezdi ama karakterli bir adam olduğu kesindi. Çok fazla kişiyle iyi olup tiyatro oynamaktansa kendi arkadaş gurubunda, olduğu gibi hissettiği gibi davranır ve mutlu olurdu. Bazen muzip olurdu. Mesai arkadaşlarına takıldığı ve bu yüzden küçük kavgalar atlattığı olmuştu. Kimse de onu suçlayamazdı çünkü yaptığı iş zor bir işti. Çoğu arkadaşına kıyasla sigara içmezdi. Bu yüzden stressini atmak için ya spor yapardı ya da böyle ufak şakalarla deşarj olurdu. Son zamanlarda işler yoğundu. Bu yüzden fazla spor yapacak zamanı kalmıyordu. Kalan zamanında da zaten yorgun olduğu için erkenden yatmak durumunda kalıyordu. Çok fazla günü kalmamıştı. Bir iki aya yeni görev yenine tayin olacaktı. Artık rahatlama zamanları geldi diyordu. Suç araştırmadan yorulmuştu. Suç araştırmada çalıştığını ilk kez duyanlar içlerinden veya bazen de dışlarından “vaay” çekiyor rahatsınız diyordu. Ne de olsa saç sakal serbest sivil ge

Okumama Hakkına Sahipsiniz (1)

   Stephen Hawking ünlü bir fizikçi. İllaki hepimiz bu adamı duyduk, “The theory of everything” filmini izledik, karadelikler hakkındaki kısa kitabını okuduk ve evrenin kısa tarihi kitabını da gördük mutlaka. Bilmiyorum Hawking diyince sizin aklınıza ne geliyor fakat bu adam beni iki önemli konuda çok etkilemişti. Birincisi şu (ki benim yazılarımı biraz okuduysanız zaman konusuna, kader konusuna takıntılı olduğumu biliyorsunuzdur) Gelecekten gelen zaman yolcuları hiç görmüyoruz. (en azından gerçekten gelenleri) çünkü daha herhangi bir zaman makinesini icat etmedik. Evet bu söz belki ona ait değildir ama ben ona ait olduğunu bir yerlerde okumuştum. Peki burda bize ne anlatmak istiyor? Biz zaman makinesi icat ettiğimizde aslında sıfır noktasını başlatmış olacağız. Bu bizim platformumuz olacak ve gelecekten, geçmişe gelinebilecek yeri zamansal ve mekansal olarak yapmış olacağız. Biraz fazla mı teorik kaçtı? O zaman izin verin şöyle bir alegoriyle açıklayayım. İhtiyacımız olan bir liman va

Saf İyilik İmkansızdır (1)

     Size bir iki süslü, bir iki de süsüz kelime kullanarak iyilik diye bir şeyin olmadığını olamayacağını, bunun imkansız olduğunu, olsa bile sanal olduğunu anlatacağım. Sanal derken demek istediğim insanları kapsamayan bir şey olması. İnsan dışında bir canlı veya cansız varlık iyilik yapabilir fakat bu sefer de o canlının veya cansızın yaptığı şeyin iyi veya kötü olmasını yine biz insanlar değerlendirdiğimiz için bize bağlı olan fakat bizim yapamadığımız bir kavramdan söz ediyorum.   Peki neden böyle düşünüyorum? Çünkü böyle düşünmem için geçerli sebeplerim var ve bunları size sıralayacağım ve düşünmenizi istiyorum; vermek istediğiniz mantıklı bir cevap varsa e-posta olarak veya yorum olarak yazın okumaktan memnun olurum.   Şimdi gelelim iyilik var mıdır? Elbette iyilik vardır. Zaten benim düşünceme göre bir şey yoksa o şeyden haberimiz olmaması gerekir. Ha böyle dediğim zaman hemen şap diye bana yapıştırın o zaman neden ateistsin o halde tanrı var senin düşüncene göre demeniz gereki

Türkiyedeki Eğitim Sisteminin En Büyük Sorunu

    Hepimiz veya çoğumuz en  azından aklı gerçekten başında olanlarımız (mesela ben) Türkiyedeki eğitim sistemine ayarızdır. Bu kadar saçma bir sistem yoktur. Peki neden karşıyız. Size bunu anlatmak istiyorum.   Eğitim sistemimizin en büyük sorununu açıklıyorum evet hazır mısınız? Lütfen sonraki görsele tıklayın. Haber siteleri rezalet değil mi? Bu yüzden google chroma bir eklenti yükledim ve bu siteleri blokladım. Size de tavsiye ederim. Olur olmaz her aramada en üste çıkıp bilgi zehirlenmesi yapıyorlar. Para bu kadar tatlı mı?   Biz devam edelim neden eğitim sistemi berbat? Çünkü eğitim sistemimizin bir amacı yok. Evet. Cidden böyle. Peki bunu diyerekten aslında neyi kast ediyorum? Şunu: Eğitim sistemimiz insanları hayata hazırlamak ve onları daha donanımlı kılmak, geliştirmek için çalışmıyor, insanları bu yüzden eğitmiyor. Eğitim sistemimizin tek bir amacı var: insanları rekabete sokmak, onları birbirleriyle kapıştırmak, sıralamak. Başka bir amacı yok. Yani bizi eğitmelerinin tek bi