Ana içeriğe atla

Her Şeyim Kapanıyor

    Ne fark ettim biliyor musunuz? Hayata dair, insanlara dair, etraftaki herhangi bir şeye dair çok kesin yargılarla konuşuyorum. Kendi sınırlı çevremden edindiğim sınırlı tecrübelerden yola çıkıyorum ve mutlak doğrulara ulaştığım gibisinden bir yanılgıya kapılıyorum. Aslında soracak olursanız kendi kendime evet bu konuda kesin doğru budur demiyorum ama yine de hayatımı ve düşünce biçimimi ve akışımı bu şekilde kanalize ediyorum. Tabi bu yazacağım yazının ana konusu değil sadece size içimden geçen bir düşünceyi aktarıyorum. Bu yüzden sanırım sosyolojik konularda en iyisi sallayıp geçmek. Çünkü artık bana anlamsız geliyor. Bir insan olarak biz neyiz? Hiçbir şey. Yapmamız gereken en mantıklı haraketlerden birisi ya kendimizin yapacağı ya da başka insanların yaptığı geniş kitlelere ulaşmış araştırma ve istatistik sonuçlarını elde etmek incelemek, yorumlamak olabilir. Veya bir düşüncemiz varsa ve istatistik bunu destekler niyelikteyse o istatistikleri düşüncelerimizi destekleyici şekilde kullanmak. Ama böyle bir şey yapmayacağım. Çünkü artık umrumda değil. Ciddi anlamda diyorum. Artık insanlığa karşı, dinlere karşı, karşılıklı ilişkilere karşı, hayata karşı fazla bir umut veya heyecanım kalmadı inanın bana. Geçen günlerde bir su birikintisinin etrafından fazlaca geçme şansı bulmuştum. Ama öyle sıradan bir su birikintisi değildi bu. Tabi uzaktan bakınca öyle gözüküyordu. Işığı yansıtıyor etrafı nemli falan. Ama yakınlaşınca ne gördüm biliyor musunuz? İribaşlar. İribaşların çok garip bir görüntüsü var. Mikroskop altında incelenen spermlere ciddi manada çok benziyorlar. Ne zaman görsem aklıma o sperm videosu ve fotoğrafları geliyor. Neyse kurbağalar çok ilginç değil mi? Havanın öğle saatlerinde çok ısındığı ve kavurucu olduğu bir yer. Su birikintisinin kuruma ihtimali var. Baya var hemde. O birikintiyi besleyen bir akıntı da yok. Hani besin olarak kullanabilecekleri fazla bir şey de yoktu o su birikintisinde. Ama yine de içinde yüzüyorlardı. Belkide birkaç saat sonra su birikintisi kuruyacak ve hepsi saçma bir şekilde ölecekler. Belki de yarın, belki de ondan sonraki gün bir köpek o suda oynayacak ve su seviyesini ciddi seviyede azaltacak yine ölebilirler. Ama onlar bunun farkında değil onların umrunda da değil. Öylesine yüzüyorlar. Ve büyüyüp bir kurbağaya dönüşecekleri günü bekliyorlar. Kurbağaya dönüşüp başka su birikintilerine yumurtalarını bırakmak ve bu döngüyü devam ettirecekleri güne hazırlanıyorlar; vırak vırak ederek etrafta zıplamayı, sinek böcek ziyafeti çekecekleri günleri umuyorlar. 

  Ben de biraz böyleyim. Kendi o küçük su birikintimde yüzüyorum. Güneş altında kavruluyorum gece ay ışığında üşüyorum. Sabah esen serin rüzgarları fırtına sanıyorum. Küçücük bir su birikintisinden yola çıkarak denizler hakkında yorumlarda bulunuyorum falan. Ama biliyor musunuz benim o minik iribaşlardan bir avantajım var. Şimdi lütfen bunun ne olduğunu tahmin edin? Ha ne diyorsunuz? Bulabildiniz mi? Ben size söyleyeyim. Ben interneti olan bir iribaşım. İşte internet bir bakıma çok ama çok kötü bir şey bence. Özellikle sosyal medya ve başka bazı diğer yerler. Haber siteleri forum siteleri, sözlük falan. İşte internet yüzünden biz hafif gelişmiş primatlar olması gerekenden çok daha fazla şey gördük. Hiç hayvanat bahçesinde veya herhangi bir yerde veya İNTERNETTE maymun gördünüz mü? Herhangi bir maymun? Biraz dikkatli bakın bazen gerçekten insanı hayrete düşürüyorlar. Vay be! oha ya! Aaau! İşte böyle oluyorum onların yaptığı o şeyleri görünce. İşte biz dostum daktilo tuşlarına rastgele değil de anlamlı şekilde basan maymunlarız. Bir maymunu sokakta senin benim gibi yürürken görseniz, sonra markete girip raflardan istediği şeyi aldığını, güzelce sepetine istiflediğini en sonda da kasaya gelip aldığı ürünlerin parasını ödediğini düşünün. Böyle cebinden cüzdanını çıkartıyor, kartını alıyor ve nazikçe kasiyere uzatıyor. Ardından bir paket de parliament lütfen diyor. Sonra kendisine uzatılan pos cihazına şifresini giriyor. Fişin çıkmasını bekliyor. Fişi alıp çevreye daha “AZ” plastikten imal edilmiş poşetine koyuyor, çevreye daha AZ zararlı yakıtla giden arabasına biniyor ve gazlayarak evine gidiyor. Evet hayal ettiniz mi? Sokakta böyle bir maymun görseniz ne düşünürsünüz? Size acı bir gerçekten bahsedeyim mi? Biz o maymunuz. Ben, Sen, O, kasiyer, eski sevgilin, en sevdiğin müzik grubun. Hepimiz kuyruklarından arınmış, bir miktar kıl dökmüş, ayakta yürümeyi öğrenmiş maymunlarız. En son kez maymuna benzememizin üzerinden geçen yüz binlerce yıl sonrasında evet baya değişik görünüyoruz. Ama içimizde hepimiz o maymunuz işte. Bakın mesela bu sosyolojik bir çıkarım değil bildiğiniz bilimsel bir olgu. Hatta size şöyle bir şey söyleyeyim hani iribaşlardan bahsetmiştik ya. Eğer zamanı yeterince geriye alabilirsek, atalarımızdan bazıları o iribaşlara oldukça benzer görünüyordu. Neyse maymunlardan devam edelim. İşte bu maymunlar yani biz internet erişimi olan, silah kullanabilen, mimari becerileri falan olan maymunlar. 

  Artık hayata karşı bir umudum ve beklentim, heyecanım kalmadı. Gerçekten söylüyorum bunu. Sürekli sürekli kendimi kandırıyorum gibi geliyor. Ama nerde ve nasıl kandırıyorum? Tükenemediğimi fark ettikçe, yeni şeyler gördükçe, okudukça falan. Biz bir istatistik olarak doğduk. Ve bir istatistik olarak öleceğiz. Her ne kadar kendimizi özel olarak hissetsekte, öyle olması gerektiğine inansak bile yeterince süre geçtiğinde hiçbirimiz hatırlanmayacağız. Hiçbirimiz. İsterseniz çok ama çok önemli bir şey icat edin, bulun, ortaya inanılmaz bir fikir atın. Lütfen birisi söyleyebilir mi ateşi bulan kişiyi kim tanıyor? Peki ya tekerleği bulan kişiyi? İlk defa demiri döven kişiyi bilmiyoruz. İlk kurdu kim evcilleştirdi? Hiçbiri yok. Ama şimdi internet var? Eğer kendi kendimizi yok etmezsek 4-5 milyar yıl içinde gökyüzünde parlayan güneşimiz yok olacak. Hani gözümüzü kısıp bile bakamadığımız o sıcak parlak top. Puf. Patlayacak ve yok olacak. Eğer hala dünyadan başka yerlere gidemediysek bıraktığımız olan biten her şeyle beraber geri alınamaz şekilde yok olacağız. Ne kadar da tuhaf değil mi? Güneş çok büyük. Şimdi sorun kendinize: içine doğduğumuz dünya. Sen ben o? Hepimiz ya hepimiz. Gündelik saçma sapan sorunlarımızı bir 90 saniyeliğine bile olsa bir kenera bırakıp bu gerçeği düşünebilir mi? Daha dün Nijeryada bir kadını Allaha ve Muhammede inanmadığı için öldürdüler. Çok değil 700-800 yıl önce hemen burnumuzun dibinde veba salgınları sırasında hastalığı tedavi etmeye çalışan doktorları büyücü diye şeytan diye kazanlara atıp yakıyorduk. Yine o zamanlarda cadı diye kedi avı vardı. Masum nice kadın cadı diye kazığa bağlanıp canlı canlı ateşe verildi. Bir dönemler çatalla yemek yemek şeytan işi olarak görülüyordu. Havalara bakmayın. Kulağınızın üstüne yatmayın. Biz buyuz işte. Bunları yapanlar bizim atalarımız. Eğer herkesin farklı bir ebeveyni olsaydı tüm dünyanın insan bedenleriyle dolu olması gerekirdi. Yeterince (Birkaç) kuşak öncesine gidersek hepimizin akraba olduğu bir noktaya mutlaka ulaşıyoruz. İşte biz buyuz. Bizi tedavi etmeye çalışan doktorları büyücülükle suçlayıp dev kazanlara atıp yakan bir türüz biz. Şimdiyse daha farklı türden şeyler yapıyoruz. Mesela aşı olmuyoruz. Fazla değişmedik yani. Sadece bu insanlar artık egemen güç değiller. Bu manyakların ne kadar çok fazla olduklarını hepiniz görmediniz mi? İnternet sayesinde. Bu insanların egemen güç olduğunu düşünün. Bütün o laboratuvarı bombom bom diye patlatmışlar tüm o bilim insanlarını akıl almaz yönetemlerle öldürmüşlerdi. Biz iğrenç bir türüz. Bu dünyanın virüsüyüz. Ve bizim aşımız yok. Belkide var: Bilim, bilgi öğrenmek. 

  İnternetin en büyük artısı bana bunları göstermesi oldu. Ve benim bu gördüğüm şeylerden bir farkım olmadığını. Artık tek beklediğim şey yaklaşık 4,5 milyar yıl sonra gerçekleşecek olan o küçük sıradan patlama. Bir yıldız ve sistemi evrenden silinecek. Evren ölçeğinde Göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir süre. Sonrasında her şey biz olmadan ve hiç olmamışız gibi olmaya devam edecek. Gece gökyüzüne bakıp ordaki yıldızlardan birinin etrafında dönen herhangi bir şey olup olmadığı sizin umurunuzda mı? Veya dürüst olalım hiç böyle bir şey düşündünüz mü bile? Hayır. İşte evren neden düşünsün? Boşverin biz birimizi saçma sapan sebeplerle öldürmeye, üzmeye, kandırmaya harcamaya devam edelim. Cidden böylesi daha güzel. Ne insanlara karşı, ne hayata karşı, ne de evrene karşı en ufak bir umudum bile yok. 

Ben güneş altındaki su birikintisinde yüzen bir iribaşım. 

Yarın bir kurbağaya dönüşeceğim, tabi başarabilirsem. 

Sonrasında vırak vırak ederek etrafta zıplayacağım.

En sonunda ise başka bir su birikintisi bulup,

Sadece güneşin tadını çıkaracağım.


Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Patates Kızartmaları ve Mutluluk

   Merhaba. Size kısa bir yazıda son zamanlarda yaşadığım ve beni mutlu eden bazı şeyleri anlatmak istiyorum. Bu yazı uzaktan bakınca size belki biraz şükürcü gelebilir ama kesinlikle öyle değil. Sadece birkaç yaşanan durum ve bu durumlar karşısında hissettiklerimi paylaşmak istiyorum.     Hani söylenegelen bir şey, bir soru var ya; mutluluk nedir? Ne olsa sizi mutlu ederdi? Hiç düşünüyor musunuz bunu? Bilmiyorum. Ben de çok fazla düşünmüyorum aslında. Yalnızca mutlu olduğumda hatırlıyorum bunu. Peki nasıl mutlu olduğumu öğrenmek ister misiniz?    Belki size anlamsız gelecek bunlar. Ama lütfen sadece bir an olsun beni anlamaya çalışın. Ben patates kızartmasını çok severim biliyor musunuz. Ama öyle gelişi güzel kızartmalardan bahsetmiyorum. Böyle şekli güzel olan, güzel kızarmış ve en önemlisi de sıcak olmalı. Sıcak olmayınca sevmiyorum. Belki siz de böylesinizdir. Peki toplu bir yaşam alanında yaşıyorsanız neler olur? Yemekler pek güzel olmaz genelde. Patatesler soğuktur, birbirine yap

Unutmak İstiyorum

    Keşke bir tuş olsa. Rengi önemli değil; size hangisi hoş geliyorsa o olabilir. Kırmızı mesela. Genelde filmlerde tuşlar kırmızı renkli oluyor. Gerçi gerçekte de kırmızı renkli oluyorlar. Neyse işte. Bir tuş olsun demiştik ama bu tuş gerçekte değil zihnimizde olsun? Evet evet zihnimizde. Böyle gidip elinizle ulaşabileceğiniz bir noktada değil. Bu bir şans olsa, o tuşa uzanıp bastığınızda bazı durumlar gerçek olsa yapar mıydınız?     Tabi olabilecek durumlar tamamen gerçekçi, mesela o tuşa bastığınızda geçmişe gidemiyorsunuz, yalnızca ileriye dönük olaylar olabiliyor. Mesela hafızanızdan bazı olayları silme şansı veriliyor size. Kötü, veya gereksiz, ya lanet olsun keşke yaşanmasaydı dediğimiz türden olaylar, unutmak istiyorum dediğimiz olaylar? Ne dersiniz? Keşke olsa ama olmayacak.   Yaşım ilerledikçe keşke unutsam dediğim olayların sayısı artıyor. Sizin de artacak. illa kötü yönde değil. İyi yönde de. Keşke okuduğum veya izlediğim bir filmi unutsam da tekrar izlesem ve aynı duygula

Eski Olması Bir Filmi İzlenmez Kılar mı?

    Geçenlerde bir arkadaşıma bir film önerdim. Muhtemelen izlemişsinizdir. Filmin adı Forrest Gump. Ben normalde bu filmi 1998 yapımı sanıyordum. Meğersem film 1994 yapımıymış. Her neyse arada sadece 4 yılcık var ne olacak diyebilirsiniz ve haklısınız size katılıyorum. Sonuçta ikiside eski filmler.    Peki önerimin sonrasında ne oldu? Filmin yapım yılını gördü ve 1994 mü sg dedi bana. Ben de sen filmden ne anlarsın kültürsüz yaratık gibi bir söz söyledim ona. Elbette arkadaşımın böyle bir tepki vermesini anlıyorum aşırı derecede haksız sayılmaz. Çünkü bir noktada ben de eski filmlere böyle ön yargılıydım, sonra bir noktada kırdım bu ön yargıyı.     Starwars sever misiniz? Hiç duydunuz veya izlediniz mi? Starwars güzeldir. Tavsiye ederim. Yüzüklerin efendisi gibi iyi ve kötünün mücadelesini işleyen etkili bir şekilde izleyen nadir filmlerdendir diyebilirim. Ben de çoğu insan gibi eski filmlere karşı ön yargılıyken (elbette 99 yapımı- 98 yapımı filmleri izlemişliğim vardı) bir gün evde