Ana içeriğe atla

Pinokyo’ya İnanmak

 Gazeteci Af Değil “Pinokyo” Masalını Geri İstiyor - Erol Önderoğlu ...


  Eskiden hep insanların kandırıldığını düşünürdüm. Güç sahipleri, zenginler, yönetenler gibi zümrelerin bulundukları konumları korumaları için bilinçli olarak, kasıtlı olarak insanları kandırdığını düşünüyordum. Ne zaman düşünüyordum peki bunu? Kendimin de kandırılmış olabileceğimi ilk defa fark ettiğim zamanlarda. Fakat bu da çok saf bir düşünce. 

  

  Biz insanlar olarak demek istiyorum fakat genelleme de yapmak istemiyorum. Çünkü birisi çıkıp hayır benim bi tanıdığımın amcasının bilmem nesi var o senin dediğin gibi değil diyebilir. Ondan sebep biz insanlar değil de onun yerine ben demeyi tercih edeceğim. Ben hep bazı şeylere saf saf inanıyorum, akan suya çok kolay kapılıyorum, kapılıyordum. Politik konularda, bilimsel konularda, tarihi konularda, sosyal konularda, ilişkilerde. Çünkü inanmak istiyorum. Çünkü inanmaya meyilli bir kişiliğim var. Güvenmeye fazla önem veriyorum. Güveniyorum da etrafımdaki insanlara, hem de koşulsuz olarak. Söyledikleri her şeyi hap gibi alıyorum yutuyorum, süzgeçten bile geçirmiyorum. Hele ki bu şeyler apaçık görülebiliyorsa. Böyle durumlarda zaten su götürmez şekilde hemen onaylıyorum ve yoluma devam ediyorum. Böyle olmamın sorumlusu ben miyim yoksa eğitim sistemi mi, toplum mu, aile mi, kültür mü bilmiyorum. Sosyologların eminim güzel açıklamaları vardır bu konuda. Benim de var. Fakat uzman değilim bu konuda belirttiğim görüşün arkasını doldurabileceğim bir diplomam yok ne yazık ki. Ama yinede kendi hayat tecrübelerimden ve bilgilerimden yola çıkarak ortaya koyduğum bazı iddialarım var. 

 

  Şimdi ilk önce şunu söyleyeyim. Deminden size kendim hakkında bazı bilgiler verdim ya. Hah işte bunu okuyan birsi bence hemen şu şekilde düşünmeli bir insan kendisinin saf olduğunu kandırıldığını başkalarına kolay güvendiğini ve güveninin kullanıldığını söylüyorsa o insan artık kandırıldığının ve kandırılabileceğinin artık farkında olmalı değil mi? Kandırıldığını düşünmeyen hatta buna ihtimal bile vermeyen bir kişi kendisinin kandırıldığını söylemez. Taa ki kendisinin kandırıldığını anlayıncaya kadar veya şüpheleninceye kadar. Peki bizi hangi konularda kandırdıklarını düşünüyorum? Bana göre en önemli olan konular din ve hayat görüşünden bahsediyorum elbette, özellikle de dinden. Zaten din de insana bir hayat görüşü yüklemesi yaptığından dolayı ikisini birbiryle iç içe şeyler olarak da sayabiliriz düşüncesindeyim. 

  

  Peki biz nasıl kandırılıyoruz, kandırılmaya iten ne bizi, neden kandırılyoruz? Eğer benim dediklerim doğruysa bir bakıma pinokyonun gerçek olduğunu iddia ediyorum demektir doğru değil mi? Peki inanmıyor muyuz? İlla şimdi bu zamanda olmak zorunda değil. Fakat inanmadığımız zamanlar hiç olmadı mı? İnsanlar Pinokya veya o tarz şeylere hiç inandılar mı sizce. Bence inandılar ki zaten inandılar. Yunan mitolojisinin Şirinlerden aşırı büyük farkları olduğunu kim iddia edebilir veya Dune kitap serisinden? Peki Dune serisine inanıyor musunuz yoksa siz? Veya uslu olduğunuzda şirinleri göreceğinize? E iyi de biz Zeus’a da inanmıyoruz diyeceksiniz biliyorum. Peki doğru söylüyorsunuz fakat sizin atalarınız inanıyordu. Zeusa inanmıyordu belki ama onun türevi şeylere inanıyorlardı. Ve buna inanıyorlardı derkenki o İNANMAK kelimesini hatta fiilini hissetmenizi istiyorum. İnanmak. O insanlar Dünyayı yukarında bulunan bir dağdaki üstün güçlerin idare ettiğine ciddi ciddi inanıyorlardı. Şüphe duymadan inanıyorlardı. Bunu iyice kavramak önemli diye düşünüyorum. Yani insanlar sadece politik görüşlere, futboll takımlara veya dolandırıcılara inanmakla kalmadı zamanında böyle bize şimdi masal gibi gelen şeylere de inandılar veya inandırıldılar. 


  Peki bu şeylere gerçekten inanırlarken masalları sadece dinlemelerinin sebebi neydi insanların? Öldükten sonra elde edicekleri o efsanevi hayatları mı, “ödülleri” mi? Yoksa bunları inanmaktan vazgeçerlerse kendilerini içinde bulacakları korkutucu cehennemleri mi? Hangisi sizce? Bence ikisi de değil. Bence insanlar bu masallara inandılar çünkü bu masalları diğer masallardan özel kılan çok önemli bir özellikleri var. Masalların çoğu insanlara öğütler verir, iyi, doğru gibi şeyleri öğretme motivasyonu vardır fakat din masalı size ayrıca bir açıklama yapar. 


  İnsanoğlu ilk defa ayağa kalktığı, ilk defa ben demeyi öğrendiğinden beridir bir çıkmazın içinde? O da şu ben nereden geldim. Nasıl geldim? Neden geldim? Gibi sorular. Ve bu ağaçlar nereden geldi? Depremler neden oluyor, savaşlar neden çıkıyor, yıldırımlar nedir, gündüz gökyüzünde o pırıl pırıl parlayan şey de ne (güneş), geceleyin ortaya çıkan ve bizi aydınlatan ay nasıl bir şeydir? 

  

  Eski dinleri inceleyen herkes temel prensibin doğada olan olayları açıklamak üzerine kurulu olduğunu anlar, çok eskiye gidemiyoruz çünkü o kadar eskiden elimize kalan ve bize kesin bilgi veren yazı gibi şeyler yok sadece insanların nasıl yaşadıklarına dair bazı tahminlerimiz var, hangi aletleri kullandıklarını biliyoruz. Ve yapılan tahminler şunu gösteriyor ki bu tahminlere ben de katılıyorum: insanların ilk açıklamaya başladığı şey ölüm.  Çünkü en önemli sorun bu. O zaman muhtemelen en uzun insan ömrü 40 yıldı belki daha da azdı. Ölüm çok sıradan ve çok bariz bir gerçekti. İnsanın kaçamadığı bir gerçek ve bu aklını kurcalıyordu ve işte kibirli insanın oluştuğu nokta da bence burasıdır. İnsan bir açıklama istedi ve o açıklamayı aldı da. Bir kişi ölen birisi hakkında iki yorum yapabilir. Birincisi o kişi doğadaki diğer her şeyin bir gün karşı karşıya kalacağı gibi artık vücut fonksiyonlarını devam ettiremeyecek hale geldiğinden yani yaşamasını gerektiren azami şartları karşılayamadığından artık yaşamıyordur ve bir canlı ölürse sadece bir kere ölebilir tekrar geri gelemez açıklamasını, yorumunu yapabilirdi. Veya bir kişi öldüğünde aslında ölmüyor sadece artık bizim aramızda yaşamıyor. Herkesin içinde bir şey vardır (ruh) ve bu şey aslında bedeni de canlı kılan şeydir. Biz ölsek bile ruhumuz ölümsüz olduğu için o ölmeyecek ve başka bir formda (bizim anlayamadığımız) yaşamaya devam edecek. Peki soruyorum size. Sizce ilk insanlar hangi açıklamayı daha mantıklı buldu ve kabul etti? Gerçekçi bir yaklaşımı mı kabul ettiler sizce yoksa bilmedikleri bir şeyi açıklamak uğruna kendilerine yeni bilinmeyenler mi yarattılar? İşte aslında dinlerin özü budur. Dinler size aslında gerçek bir cevap vermez. Dinler sadece başka bir bilinmeyen ortaya atar. Fakat o bilinmeyen sizin ilk bilinmeyeninize size göre bir cevap verdiği için artık içiniz rahattır mutlu mutlu ölebilirsiniz ve gerçekten ruhunuz var mı yok mu öğrenirsiniz. Sonra aradan bir miktar zaman geçer. Sizin ruh anlayışınız torunlarınızın pek kesmiyordur. Eğer ruh varsa ve ölümsüz ise bedenden ayrıldığı vakit bu ruha ne olur nereye gider diye bir soru sormuştur mesela birisi ve bu soruya verebileceği yine iki ana cevap vardır. 

Bir: ruh falan yok, bu insanların bilmediği ve ayrıca korktuğu ölüm gerçeğini biraz daha katlanabilir, az korkutucu kılmak için kendi kendine sunduğu bir kaçıştır sadece. 

İki: ruhlarımız biz öldükten sonra daha güzel yerlere giderler(cennet), o yerde sonsuz yemekleri vardır, bizim gibi açlık çekmiyorlardır. 

Üç(farklı bir kabile): Ruhlarımız bizden sonra farklı canlılara ruh olur, bir ağaca, kaplana, veya bir insana.


Ve bu açıklamalar sizin de fark ettiğiniz gibi aslında açıklama değildir. Sadece bilinmeyen şeyi ötelemektir. Yani din aslında borcu borç ile çevirmeye benzer. Borcunuzu ödeme zamanınız geldiği zaman paranız olmadığı için mecburen yeni borç alırsınız ve oh sonunda borçlarımdan kurtuldum dersiniz ve bu dünyadan göçüp gidersiniz. Sonra borcu ödeme zamanı geldiği zaman sizin torunlarınız da yine borcu borç ile çevirir  hatta biraz da kendi keyfi için biraz daha borç alır ve gelecek nesillere bırakır. Bazen özel (Newton) insanlar çıkar ve o imkansız şartlar altında her şeye rağmen bir miktar para kazanır ve borcunun bir kısmını kapatır fakat yine de borç kalır o da kalan borcu borç ile kapatıp yeni nesile miras bırakır borçlarını, bu böyle böyle devam eder.  

  

  Size iyi bir haber vereyim. Çok uzun zamandır insanlar olarak artık borcundan azaltıyor artık daha az borç alıyor daha çok kazanıyoruz ve tarihte ilk defa borcumuzu kapatmaya çok yakınız. Çok çok az bir kısım kaldı. Bu sürede borçları borç ile ödeyenler boş durmadılar yeni yeni kurallar çıkarttılar. Mesela borç ödemeye limit koydular, kadınların borç ödemesini yasakladılar, baktılar kadınlar çalışıp erkeklere para veriyor bu sefer de kadınların çalışmasını da yasakladılar, bazı insanlar soru soruyor bu borçlar nedir ilk borcu kim aldı neden aldı diye, bu borç nasıl bu kadar büyüdü? O zaman da soru sormayı yasakladılar. Bir de utanmadan biz soru sormayı yasaklamadık sadece borç hakkında sormak yasak hem zaten bu borç hep vardı gibisinden cevaplar verdiler. Baktılar yine olmuyor bu sefer ödenen paraları iyice kontrol etmeye başladılar, aslında kendileri de biliyolarlar parada sorun yok fakat o kadar alıştılar ki hiç çalışmadam üretmeden borcu borç ile döndürmeden yaşamaya, tembelliğe, rahatlığa, ayrıca çalışacak kapasiteleri de yok. O yüzden bu gericilikleri. 

  

  Borçla borç çevirmek kolay fakat bir bedeli var: gerçekleri reddetmek. Borcun kapandığını düşünmek. İşte din ve dinleştirilen her şey böyledir. Hepsinin sebebi  amacı olmayan bir var oluşu kabul etmemekten kaynaklanıyor. Bu fikir bazıları için o kadar korkunç ki. Onlar için bir hiç olduğunu kabul etmek imkansız, sebebi olmayan kimsenin aslında önemsemediği, yok olsa evrenin haberi bile olmayacak olan bir zerrenin içinde yaşayan daha küçük bir zerre olduklarını kabul etmek istemiyorlar. Çünkü bu kendi egolarına kaldıramayacağı bir yük olarak geliyor. 

  

  O sebeple bizi kimse kandırmıyor sevgili okuyucular. Bizi kimse kandırmadı. Biz zavallı insanlar olarak kendi kendimizi kandırıyoruz çünkü böyle olması işimize geliyor, hoşumuza gidiyor, hayatımızı kolaylaştırıyor, bazılarına yapay bir mutluluk sağlıyor, bazılarına güç sağlıyor, bazılarına makam sağlıyor, bazılarına zenginlik sağlıyor. Çıkarcıyız yani. Aslında inandığımız şeye bile çıkarımız olduğu için inanıyoruz. Veya çıkarımızın öyle olduğunu sanıyoruz. 


  Farkında olmadığımız şey ise şu bizimki deli bayramı. Hani deliye her gün bayramdır ya. Siz kendinizi akıllı gören insanlar madem mutluluğunuza bu kadar düşkündünüz, o halde kendinizi delirtmiyorsunuz? Hem kendiniz de biliyorsunuz delilerin günahının olmadığını öyle değil mi? Ama hayır deli olmanız en azından kendi özgür iradenizle böyle bir şeyi seçmeniz mümkün değil, ayrıca deliymiş gibi yapamazsınız da. Yapabilir misiniz? Korkunç geliyor değil mi bu size. 


  Peki bir de şunu dinleyin. Bir dünyada yaşıyorsunuz ve etrafınızdaki insanların çoğunluğu delikerden oluşuyor ve bu insanlar kendilerinin mutlu olduğuna da inanıyorlar fakat mutlu olan deli sayısı da az. Ayrıca farklı farklı deliler de var. Deli olmayan da az çok insanlar var. Fakat bu toplumda deli olmamak yasak. Deli değilim diyemiyorsunuz. Özgür olarak deli olmadığınızı haykıramıyorsunuz çünkü deli olmamak diye bir şey yok onlara göre. Olmayan bir şeyi varmış gibi söyleyen sizler de herhalde aklınızdan zorunuz vardır, sizi tedavi etmek gerekir, dışlamak gerkir, nede olsa delisiniz. Ayrıca en yakınızda yaşayan insanları bir düşünün ailenizi. Benim çocuğum nasıl deli olabilir, benim çocuğum? Neden benim çocuğum deli diye kahrolurlar. Hatta bazı şiddetli aileler vardır bunlar deli olurlar şiddete bile başvurular. Dedik ya deli olmamak yasak. Zaten deli olmamak gibi bir olasılık yok. Bir insan nasıl tesadüfen kendi kendine deli olmayabilir böyle bir şey olabilir mi? O halde bu insanlar kasıtlı olarak, deli olmak doğru olan şey olduğu halde deli olmadığını söylüyorlardır ve bu insanlara her şeyi yapmak mubahtır. İşte o insanlar ya risk alır ve getirileri göze alır özgürce ben deli değilim diye haykırırlar. Veya? Veya bu insanlar ben deli değilim diyebilecek özgürlüğe kavuşuncaya kadar deli taklidi yaparlar. Ve bu insanlar ayrıca özgürlüğü çok iyi bilirler. 


Özgürlük ünlü bir düşünürün dediği gibi her istediğini yapmak demek değildir, yapmak istemediği bir şeyi yapmak zorunda kalmamaktır. Jean-Jacques Rousseau


  Bize zulümden bahsetmeyin. Ve sakın yanlış bir şey de düşünmeyin ben Pinokyo’ya inanıyorum. ;)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eski Olması Bir Filmi İzlenmez Kılar mı?

    Geçenlerde bir arkadaşıma bir film önerdim. Muhtemelen izlemişsinizdir. Filmin adı Forrest Gump. Ben normalde bu filmi 1998 yapımı sanıyordum. Meğersem film 1994 yapımıymış. Her neyse arada sadece 4 yılcık var ne olacak diyebilirsiniz ve haklısınız size katılıyorum. Sonuçta ikiside eski filmler.    Peki önerimin sonrasında ne oldu? Filmin yapım yılını gördü ve 1994 mü sg dedi bana. Ben de sen filmden ne anlarsın kültürsüz yaratık gibi bir söz söyledim ona. Elbette arkadaşımın böyle bir tepki vermesini anlıyorum aşırı derecede haksız sayılmaz. Çünkü bir noktada ben de eski filmlere böyle ön yargılıydım, sonra bir noktada kırdım bu ön yargıyı.     Starwars sever misiniz? Hiç duydunuz veya izlediniz mi? Starwars güzeldir. Tavsiye ederim. Yüzüklerin efendisi gibi iyi ve kötünün mücadelesini işleyen etkili bir şekilde izleyen nadir filmlerdendir diyebilirim. Ben de çoğu insan gibi eski filmlere karşı ön yargılıyken (elbette 99 yapımı- 98 yapımı filmleri izlemişliğim vardı) bir gün evde

Patates Kızartmaları ve Mutluluk

   Merhaba. Size kısa bir yazıda son zamanlarda yaşadığım ve beni mutlu eden bazı şeyleri anlatmak istiyorum. Bu yazı uzaktan bakınca size belki biraz şükürcü gelebilir ama kesinlikle öyle değil. Sadece birkaç yaşanan durum ve bu durumlar karşısında hissettiklerimi paylaşmak istiyorum.     Hani söylenegelen bir şey, bir soru var ya; mutluluk nedir? Ne olsa sizi mutlu ederdi? Hiç düşünüyor musunuz bunu? Bilmiyorum. Ben de çok fazla düşünmüyorum aslında. Yalnızca mutlu olduğumda hatırlıyorum bunu. Peki nasıl mutlu olduğumu öğrenmek ister misiniz?    Belki size anlamsız gelecek bunlar. Ama lütfen sadece bir an olsun beni anlamaya çalışın. Ben patates kızartmasını çok severim biliyor musunuz. Ama öyle gelişi güzel kızartmalardan bahsetmiyorum. Böyle şekli güzel olan, güzel kızarmış ve en önemlisi de sıcak olmalı. Sıcak olmayınca sevmiyorum. Belki siz de böylesinizdir. Peki toplu bir yaşam alanında yaşıyorsanız neler olur? Yemekler pek güzel olmaz genelde. Patatesler soğuktur, birbirine yap

Unutmak İstiyorum

    Keşke bir tuş olsa. Rengi önemli değil; size hangisi hoş geliyorsa o olabilir. Kırmızı mesela. Genelde filmlerde tuşlar kırmızı renkli oluyor. Gerçi gerçekte de kırmızı renkli oluyorlar. Neyse işte. Bir tuş olsun demiştik ama bu tuş gerçekte değil zihnimizde olsun? Evet evet zihnimizde. Böyle gidip elinizle ulaşabileceğiniz bir noktada değil. Bu bir şans olsa, o tuşa uzanıp bastığınızda bazı durumlar gerçek olsa yapar mıydınız?     Tabi olabilecek durumlar tamamen gerçekçi, mesela o tuşa bastığınızda geçmişe gidemiyorsunuz, yalnızca ileriye dönük olaylar olabiliyor. Mesela hafızanızdan bazı olayları silme şansı veriliyor size. Kötü, veya gereksiz, ya lanet olsun keşke yaşanmasaydı dediğimiz türden olaylar, unutmak istiyorum dediğimiz olaylar? Ne dersiniz? Keşke olsa ama olmayacak.   Yaşım ilerledikçe keşke unutsam dediğim olayların sayısı artıyor. Sizin de artacak. illa kötü yönde değil. İyi yönde de. Keşke okuduğum veya izlediğim bir filmi unutsam da tekrar izlesem ve aynı duygula