Ana içeriğe atla

Düşünceler

  

  Uzun zamandır kendimi öyle görüyor ve düşünüyordum ki zarar verilemez; incitilemez hasar alamaz titanyumdan yapılma gibi... Bunun asıl sebebi genelde hissetmemeye dayanıyordu. Hissetmeyince insan ilk başlarda geçeceğini düşünüyor. Grip olmuşsun gibi. Kendine güveniyorsun geçmesini bekliyorsun. Bu süreç yavaş yavaş ilerliyor. Olaylar yaşanıyor, sevinmen gereken olaylar. İnsanlar öyle durumlarda sana bir farklı gelmeye başlıyor artık yüzleri gülüyor, hareketleri normalden hızlı olmaya başlıyor, coşkuyla doluyor fakat bir terslik var. Geçmişe dönüyorsun. Kendinin de öyle olduğu zamanlara. Anıların hala taze çünkü hatırlamak güç gelmiyor. Neden ben de şimdi sevinemiyorum diye soruyorsun ama çok uzun sürmüyor bunlar, kafanın içinde çok kısa sürede olup bitiyor fakat sen çok uzun bir kargaşaya maruz kalıyorsun içinde. Karar verilmiş oluyor elbette çoktan, hatta en başından. Anlamalarını istemiyorsun. Taklit burada başlıyor. Ben gözleri açık kör bir adamım. Eskiden görüyordum dünyanın renklerini ancak şimdi sadece siyah ve beyaz; karanlık ve ışıksız. Terk edilmiş bir binanın bodrum katı gibi. Hala aklımda eski dünya, bu yüzden taklit yapabiliyorum; görüyor taklidi. 


  İlk başlarda inanarak sonradan umutsuzca bekliyorum geçmesini. Bu süreç bana tuhaf bir olguyu öğretiyor. Düşünmeyi. Düşünebildiğimi fark ediyorum. Düşünüyorum. Duygularıma kapılıp sürüklenmiyorum artık. Bu iyi veya kötü değil daha; biraz olumsuz bir durum gibi geliyor sadece; Ama düşünüyorum kendimi durduramıyorum. Bir çığ gibi büyüyor düşünceler. Bu ufkumu genişletiyor ve bana yeni bir boyut kazandırıyor. Sürekli düşünüyorum artık durduramıyorum, duş almak, müzik dinlemek artık benim için farklı anlamlara geliyor. Düşüncelerime yön vermek onları dizginlemek bir yörüngeye oturtmak, odaklamak için kullanıyorum. 

Ağır geliyor. Bir noktadan sonra ağır geliyor. Yük oluyor. Taşıyamıyorum artık. Kapasitemden daha fazla şey düşünüyorum. Çok fazla şeyi aynı anda düşünüyorum. Üzücü şeyleri daha fazla düşünüyorum. Bu dinlediğim müzikleri etkiliyor ve adım adım o ana yaklaşıyorum. 


  O an. Çatırdama seslerini hissediyorum. Bir şeyler artık sağlam değil gibi. Evet korkarak atıyorum artık adımları zihnimde fakat hazır değilim. Daha önce ne yaşayacağımı bilmiyorum bu yüzden kendimi hazırlamadım. Artık uzun zamandır duygusuz olduğum için unuttum bile üzülmeyi. Aklıma bile gelmiyor artık duygular eski düşünceler anılar. 

Şarkılar daha da üzücü oluyor, derinlerden geliyor. Düşünceler karamsarlaşıyor. Oysa ben kendimi bir okyanusta sanmıştım. Yalnızdım en başında, korkuyordum ve birisinin beni kurtaracağını sanıyordum. Sonra korkmak yerine haraket etmeyi denedim. Dolandım oralarda buralarda. Ve o an geliyor.


  Fırtına! Hem de nasıl fırtına. Dalgalar bakabileceğimden daha yükseklerde gökyüzü o kadar karanlık ve siyah ki. O okyanus artık tarifsiz bir işkenceye dönüşüyor. Kaldıramıyorum kaldıramıyorum. Her şey yabancı geliyor. Hazır değildim buna. İlk depresyonumu yaşamaya başlıyorum. İçimde her ne kadar çok büyük bir fırtına yaşansa bile aslında bu fırtına beni küçültüyor sıkışıyorum. Evet sıkışıyorum. Sonra fırtına beni bir karaya fırlatıyor. Gözlerimi açtığımda yamyamların saldırısına maruz kalıyorum. 


  Bana zarar vermiyorlar. Çok daha zalim planları var, gülüyorlar. Yüzüme karşı bakıp gülüyorlar. Beni kollarımdan tutup sürüklüyorlar ve alay ediyorlar. Fakat kaçamam ki. Yapamam. Gücüm kalmadı artık. Kolumdan tumasanız bile kaçmaya yeltenmem. Ne gücüm kaldı ne umudum. Hava hala karanlık! Soğuk ama üşümüyorum. Evet üşümüyorum. Soğuk olduğunu biliyorum. Nefes aldıkça içim titriyor ama üşümüyorum. Beni sürüklemeleri bitiyor. Geldiğim yeri görünce çok şaşırıyorum. Hatta getirildiğim yeri görünce. Gözlerimi kapatmak istemiştim. Kulaklarımı işlevsiz hale getirmek istemiştim ve başardım da bunu bir miktar. Beni sürüklemeyi bırakıyorlar. Sırtıma sert ve soğuk bir nesnenin değdiğini hissediyorum. Aynı nesne bu sefer önümden de değiyor. Gözlerimi artık açmak istemiyorum. Çünkü korkuyorum. Görmekten korkuyorum. Hafiften sesler gelmeye başlıyor. Fakat bu sesler tuhaf ve ilginç geliyor kulağıma. Korna sesi duyduğumu sanıyorum. Kafamı bir şey sarıyor. Deriden olduğunu tahmin ediyorum. Kollarımı bir şeyle sabitliyorlar. Ayaklarımı zaten haraket ettiremiyorum. İşlerini sağlama almaya niyetli gibiler. Onları da bağlıyorlar. Artık korkacak bir şey kalmadı diye düşünüyorum. Gözlerimi açmaktan korksam bile iş işten geçti. Cesaretli olmayım diyorum. Ve gözlerimi açıyorum. Şaşkınlıktan kafayı sıyırmak üzereyim artık. Uçurumdan aşağı düşüyorum ve hatta bir kuyuya. Eskiden ışığı görürdüm ama o kadar aşağılara düştüm ki artık ışığı karanlıktan ayırt edemiyorum. 


  Şehir merkezindeyim. Büyük kocaman ve boş değil tıklım tıklım. Etrafım insanlara dolu. Bir yaya geçidi önüne getirip her yerimi bağlamışlar. Yanımdan arabalar önümden insanlar geçiyor. Artık bana değen nesnelerin ne olduğunu fark ediyorum. Tel bunlar ızgaralar. Elimi haraket ettirmek istiyorum. Ama olmuyor. Parmaklarımı bile haraket ettiremiyorum. Çok sıkı sıkmışlar. Ama ağzımı kapatmayı unuttu ahmaklar diye geçiriyorum önümden. Kırmızı ışık yanıyor. Yayalar karşıdan karşıya geçmeye başlıyor. Konuşmak istiyorum. “Hey! Lütfen yardım edin.” Evet gerçekten yardım edin. Çaresiz durumdayım. Kendi başıma çıkamıyorum burdan haraket bile edemiyorum. Lütfen yardım edin içim sıkılıyor. Her şey üstüme üstüme geliyor. İçlerinden bir kadın haraket halindeyken bana dönüyor. Nihayet tepki veren birisi. Ve o an inanılmaz bir şey yapıyor. Gülmeye başlıyor. “Şaka yapmıyorum! Lütfen yardım edin! Lütfen sıkıştım burda aklımı kaybetmek üzereyim!” Ağlıyorum, ağlamaya başlıyorum tutamıyorum gözyaşlarımı. Bu sefer daha da yüksek sesle gülmeye başlıyor. Çok komik ve ilginç geliyor ona hatta yanında yürüyen birisine dokunup beni gösteriyor. İlk bakışta tuhaf geliyor ona sonra o da gülmeye başlıyor. Kendini tutamıyor kahkahalar atıyor. “Neden böyle yapıyorsunuz diyorum! Gerçekten şaka veya oyun değil, hiçbir yerde kamera yok lütfen yardım edin!” Artık aklıma sahip çıkamıyorum. Çünkü bu sefer yaya geçidinden geçen herkes bana dönüp gülmeye başlıyor. En vurucu espiriyi tam da şimdi yapmışım gibi kendilerini yerlere atıp da gülenleri görüyorum. Doğru ya kamera yok diyorum. Kamera yok.  Kimse ettiklerini bilmeyecekse neden yardım etsinler ki; bu üstün, güzel giyimli, güzel insanlar bana. Bu son düşüncem oluyor. Bir anda kendimi rahatlamış hissediyorum dizlerimden yukarıya doğru yükseliyor; doğru ya rahatlama değil bu bayılıyorum.


  Gözlerimi açtığımda bir kaç saat geçmiş gibi geliyor. Artık çok kalabalık yok. Şimdi nispeten daha yaşlı ve daha genç insanlar sırayla geçiyor. Yardım dileniyorum. “Lütfen hey siz lütfen yardım edin. Ne olursunuz yardım edin ölmek üzereyim burda!” Ve tepkiler beni daha da şaşırtıyor. Bu sefer kimse bana gülmüyor. Kahroluyorum. Bari tepki verin diyorum. Bu tarafa dönün. Gözlerimin içine bakın. Ama hayır. Hayır ve hayır. İleriye bakan yaşlılar sesimi duyunca bu sefer kafalarını öbür tarafa çeviriyorlar. Ben yokmuşum, hiç olmadım, orda değilmişim gibi yapıyorlar. Kafamda bir şeylerin ağırlaştığını hissediyorum, sınırları ve kıvrımları. Dayanmaya gücüm kalmadı artık diyorum. “Gençler lütfen yardım edin. Beni siz anlarsınız. Lütfen çözün kilitlerimi. Çıldırma noktasına geldim. Burda aklımı kaybedip gitmek üzereyim.” Bu tarafa bakıyorlar. Biraz rahatlamış gibi oluyorum. Sonra içlerinden bazıları hakaret etmeye başlıyor. Bazıları diliyle bazıları gözüyle. “İbne işin yok mu lan senin. Hain boş insan. Hep sizin yüzünüzden oluyor oluyor bu olanlar soytarı seni kahpe yaratık diyorlar.” 

“Ben ne yaptım diyorum ne yaptım düşündüm sadece. Yardım edin.!” diyorum. İşler ilginçleşmeye devam ediyor. Ellerini arkadan bağlamış birkaç kişi olayları izliyor uzaktan. Kendi aralarında yorum yapıyorlar. Birkaç kişi güvenli mesafeden telefonlarına olayı kaydediyorlar. Olayın seyrine göre ilginç sesler çıkartıyorlar. Burda ölüyorum. Sürekli azalıyorum. Yitip gideceğim eğer yardım etmezseniz daha ne kadar nefes alabilirim bilmiyorum diyorum içimden, kafamı yere eğmek istiyorum ama bağladıkları için yapamıyorum. Ve tekrar o rahatlama hissi geliyor. Kendimi bırakıyorum ve bayılıyorum önceki gibi. Savaşmıyorum, direnmiyorum bile. 


  Gözlerimi açtığımda hava kararmış oluyor sokaklarda kimsecikler yok. Veya ben öyle sanıyorum. Gülen orta yaşlılar gitmiş, hakaret eden nispeten genç orta yaş etrafta gözükmüyor. Olayı kameraya alanlar güvenli mesafede değiller burda bile değiller. Kimse yok. Bir süre etrafa bakıyorum. Kimse yok. Bu sefer yardım dileneceğim tek bir kişi bile yok. Zaten yokmuş da. Ne yapacağımı bilemiyorum. Tam orta noktamda bir şey hissediyorum. Yalnızlıkla terbiye oluyorum. Yalnızlık bu yalnızlık olmalı. Örümcekler, akrepler, yılanlar her yerime o noktadan yayılmaya başlıyor. “Yardım edin!”. “Lütfen yardım edin!”. “Kimse yok mu lütfen birileri kurtarsın beni burdan yoksa öleceğim.” O sırada biraz uzakta alkol alan bir adam gözüme çarpıyor ve sesini duyuyorum. O anda bir gerçek kafama dank ediyor. Bu insanlar beni anlamıyor. Bu insanlar benimle aynı dili konuşmuyor. Ait değilim buraya. Nasıl geldim? Nasıl? Bilmiyorum. Her şey nerde başladı. “Lütfen adam. Lütfen elindeki şişeyi kır ve gel; keskin cam parçalarıyla benim ızdırabıma son ver. Dayanacak gücüm kalmadı.” “Al canımı.” “Hiç yaşamadım zaten. Acıma son ver. İnsanca bir şekilde ölmeme müsade et.” Ne diyor bu salak geri zekalı keyfimi kaçırıyor diye düşünüyor. Sendeleyerek ayağa kalkıyor ve ordan doğrusal olamayan bir yol izleyerek uzaklaşmaya başlıyor. Artık yalnızım. Sessizlik var. Her yer çok sessiz. Ben öyle sanıyorum. Sonra vücudumda gezinen küçük dokunagaçlar uzuvlar hissediyorum. İlk rahatsız oluyorum sonra mutlu. “Bari siz son verin benim ızdırabıma, bu boş yaşama; örümcekler, akrepler, yılanlar. Lütfen yalvarırım. Yapmış olmak için geldiğiniz şeyi yapın ve lütfen hızlı olun.” Hayır! Hayır insan oğlu. Bir akrebin çıkardığı sesler bana fazlasıyla tuhaf geliyor. Ve o sesleri anlamlandırmam daha tuhaf. Kulak ver bize şimdi “Ey insan oğlu.” diye söze giriyor yılan. “Biz buraya öldürmeye değil yaşatmaya geldik.” diyor yılan. “Hapsetmeye değil özgür kılmaya.” Diyor örümcek. “Bizi doğa ana gönderdi. Özenle seçip yolladı bizi. Seni biliriz. Doğa ananın izniyle tabi. O her şeyi bilir. Sen de ondan geldin. Ona gideceksin. Biz onun dediklerini uygularız. Görevimizi yaparız. Öğretilerini izleriz. Ben yılan soyunun temsilcisi olarak burdayım.”     “Ne de güzel gözüküyor diye düşünüyorum. Rahatsızlık hissi gideli çok oluyor, artık bir şeye de şaşıramıyorum. Ekranlarda gördüğümden daha büyüleyici daha muhteşem. Hele o sesi. Gerçekte duyunca o kadar güzel geliyor ki. “Ne düşündüğünü biliyoruz diyor.” akrep. “Doğa ana hepsini söyledi bize.” O ki bilir seni. İyi tanır.” “Ben akrep soyunu temsilen buraya geldim.” Ne kadar da siyah diye düşünüyorum. Ne kadar da koyu. Siyaha bakarken ilk defa bu kadar büyüleniyorum. İçimi karamsarlık kaplamıyor. “Ben örümcek soyunu temsilen burda bulunuyorum.” “Üçümüz burda doğa ananın izniyle onu temsilen burda bulunuyoruz.” Dediler hep bir ağızdan. Biz seni buradan kurtarmaya geldik. Ama bir şey duymak istiyoruz önce. Sana bir soru soracağız. “Bu soru çok önemli insan oğlu.” “Şimdi söyle bakalım. Şimdiye kadar yaşadıklarına sebep olanları düşün. Düşündün mü? Sana zarar veren eziyet eden, gülen aşağılayan hakaret eden. Hepsini iyice düşün. Doğa ana örümcek soylarını, yılan soylarını ve akrep soylarını nasıl sana gönderdiyse onlara da gönderdi. Farkla tabii. Seni kurtarmaya onları ortadan kaldırmaya gittiler. Bekliyorlar. Senin ağzından çıkacak sözü bekliyorlar ey insan oğlu.“ “Söyle bakalım şimdi. Sana tüm bu işkenceleri yapan, zarar veren hakaret eden, şiddet uygulayan, ızdırap çektiren, hapsedenler hakkındaki hükmünü ver. Örümcekler, yılanlar ve akrepler hepsinin baş ucunda doğa anadan gelecek olan talimatı bekliyor. Söyle ey insan oğlu. Bu insanları affedecek misin? Yoksa hepsine hak ettikleri cezayı doğa ana uygulasın mı? Ne diyorsun ey insan oğlu. Bize hükmünü bildir.” Bir düşünüyorum. Fakat ben zaten kararımı çoktan verdim. Verdiğim kararı düşünüyorum. Tam cevap vermeye hazırlanıyorum. Yılan söze giriyor. “Dur insanoğlu acele etme. İyi düşün taşın daha zamanın var.” Düşünmeye devam ediyorum ama ben kararımı çoktan verdim. Düşünecek bir durum yok ortada. Tam cevap vermeye yelteniyorum akrep söze giriyor. “Düşün insan oğlu düşün. Hala zamanın varken iyi düşün.” Düşünmeye devam ediyorum. Ama ben kararımı verdim diyorum daha değiştirmem. “Bana bunları yapan insanlar hakkındaki hükmüm sabit.” diyorum ve söze giriyorum. “Doğayı temsilen buraya gelmiş akrep yılan ve örümcek soyunun temsilcileri. Ben kararımı verdim. Zaten vermiştim. Verdiğim karar aftır. Hepsini affediyorum. Hükmüm budur. Yüce doğa anaya saygılarımı sunarım.”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bilmemekception

Alışmışız. Neye alışmışız? Düz görmeye. Yüzeysel ve sığ görmeye alışmışız. Tıpkı sigara içmeye, şeker kullanmaya veya sabah kahvaltı yaparken haber izlemeye alışmak gibi. Bu alışkanlıkların bazılarından kurtulmak kolay bazılarından zor. Eğer yeterince yapmazsanız bu aktiviteleri yapmanın artık aklınıza gelmediğini fark edeceksiniz. Yüzeysel veya sığ görmekten kurtulmak ise neredeyse imkansız. Çünkü bu durumda olan bir insan hangi durumda olduğunu bilmiyordur. Bilmemek ne kadar kötüyse bilmediğini bilmemek, hatta bilmediğini bilmediğini bilmemek; bilmemekception durumunda olmadığımızın hiçbir kanıtı yok. Tanrı bile bilmediği bir şey olup olmadığını bilemez. Tanrının olup olmadığını bilmiyoruz fakat biz varız. Bizim durumuzu açıklayan çok sevdiğim bir alegori var. Hiç yağmur yağarken evinize yürüdünüz mü? Peki yere bakarak yürüdünüz mü? O şeye dikkat ettiniz mi? Evet su birikintisine. İşte sonraki sefer o su birikintisine daha dikkatli bakın. Çünkü o çok ilginç bir düşünceye sahip...

Saf İyilik İmkansızdır (1)

     Size bir iki süslü, bir iki de süsüz kelime kullanarak iyilik diye bir şeyin olmadığını olamayacağını, bunun imkansız olduğunu, olsa bile sanal olduğunu anlatacağım. Sanal derken demek istediğim insanları kapsamayan bir şey olması. İnsan dışında bir canlı veya cansız varlık iyilik yapabilir fakat bu sefer de o canlının veya cansızın yaptığı şeyin iyi veya kötü olmasını yine biz insanlar değerlendirdiğimiz için bize bağlı olan fakat bizim yapamadığımız bir kavramdan söz ediyorum.   Peki neden böyle düşünüyorum? Çünkü böyle düşünmem için geçerli sebeplerim var ve bunları size sıralayacağım ve düşünmenizi istiyorum; vermek istediğiniz mantıklı bir cevap varsa e-posta olarak veya yorum olarak yazın okumaktan memnun olurum.   Şimdi gelelim iyilik var mıdır? Elbette iyilik vardır. Zaten benim düşünceme göre bir şey yoksa o şeyden haberimiz olmaması gerekir. Ha böyle dediğim zaman hemen şap diye bana yapıştırın o zaman neden ateistsin o halde tanrı var senin düşün...

Okumama Hakkına Sahipsiniz (1)

   Stephen Hawking ünlü bir fizikçi. İllaki hepimiz bu adamı duyduk, “The theory of everything” filmini izledik, karadelikler hakkındaki kısa kitabını okuduk ve evrenin kısa tarihi kitabını da gördük mutlaka. Bilmiyorum Hawking diyince sizin aklınıza ne geliyor fakat bu adam beni iki önemli konuda çok etkilemişti. Birincisi şu (ki benim yazılarımı biraz okuduysanız zaman konusuna, kader konusuna takıntılı olduğumu biliyorsunuzdur) Gelecekten gelen zaman yolcuları hiç görmüyoruz. (en azından gerçekten gelenleri) çünkü daha herhangi bir zaman makinesini icat etmedik. Evet bu söz belki ona ait değildir ama ben ona ait olduğunu bir yerlerde okumuştum. Peki burda bize ne anlatmak istiyor? Biz zaman makinesi icat ettiğimizde aslında sıfır noktasını başlatmış olacağız. Bu bizim platformumuz olacak ve gelecekten, geçmişe gelinebilecek yeri zamansal ve mekansal olarak yapmış olacağız. Biraz fazla mı teorik kaçtı? O zaman izin verin şöyle bir alegoriyle açıklayayım. İhtiyacımız olan bir...